7 Mart 2015 Cumartesi

Neydi bizleri bu kadar yorgun düşüren ya da neydi ayların ardından beni bir şeyler yazmaya mecbur bırakan?
ya da ne idi, idi ne da ya

26 Eylül 2014 Cuma

Nothin'

Yazmaya ihtiyaç duymak...
Uzun zamandır kaçıyordum; ardıma bakmadan, soluklanmadan. Belki yakamdan düşer diyordum, belki kurtulurum. Tabi yine unutmuştum: Kim kurtulmuş ki kurtulayım?

Yine düştük bir meceranın peşine, koşuyoruz yarışırcasına. Dilimizden de düşmüyor: Belki yarınlar, mutlu sonlar vardır. Söyleyince olurmuş gibi geliyor, mümkünmüş gibi sanki; lakin sonra düşünmeye başlayınca geçiyor, bozuluyor yine tüm büyü. büyü...

Yeni bir playlist hazırlamış olmanın mutluluğuyla haftaları deviren, tek bir dizeyle günlerce oyalanan çocuklardık. Şimdi bu hüzün de ne böyle? Bize de yakışıyor mu?
Elbette, hüzünmüş bize en çok yakışan, hüzündür, hüzündü...

Tüm kötü şeyler peş peşe geldiği zaman kendi aralarında oldukça eğleniyorlarmış. Tüm bu çilemiz ondan işte. Geldiği zaman tek olmuyor, çok çok oluyor. kötü şeyler silsilesi çok çok...

Neresinden tutsam elimde kalıyor. Boşa koyuyorsun dolu da doluyor, doluya koyuyorsun boş bir kez daha eksiliyor. Ne önemi var ki? Anneme bir şey olmasın.

Anın soundtrack-ler-i

28 Ocak 2014 Salı

Kelimelerin acizliği...

Nasıl anlatmalıyım bilmiyorum.

Yanında şimdiye dek hiç bulunmadığı halde, kendini anlatmadığın halde ve doğru düzgün muhabbet bile edememiş olmamana rağmen seni olabildiğince iyi tanıyabilecek bir insanın varlığına başkalarını nasıl inandırabilirim bilmiyorum.
Ama siz başkaları, bana inanın ki bu his muhteşem ve gerçek, bi' o kadar da tarifsiz...

Genelde yaşanmaz bu durum ama yaşandığında, genelde ya bir kitapta ya da bir şarkıda buluşulur.
Çünkü kitaplar ve şarkılar insanların yerine konuşur; insanların düşündüklerini yazar, söyleyemediklerini söyler. 

And if you have five seconds to spare
Then i'll tell you story of my life
Sixteen, clumsy and shy
That's the story of my life

Yazmamalıydım. Çünkü dile getirince büyü bozuluyor, her zaman her şeyde olduğu gibi. Sanırım kanun bu.
Ama artık biraz daha fazla sıradanlaşarak, yaşama sanatını hayatına uydurmaya çabalayan bir sanatçıyı oynayacağım. Just like everybody else does

Ve elbette ki o mühim şarkı, anın soundtracki: Novembre - Aquamarine

10 Aralık 2013 Salı

Günün birinde

Bana ne yaptığımı, neler yapacağımı ya da şu anda nasıl olduğumu sorma;
Bana neler hissettiğimi, bana kim gibi hissettiğimi sor.

En başından söyleyeyim; uğraşma boşuna başaramayacaksın, ben hep bir böcek olarak kalacağım. En aşağıda, en dipte, en sonda, en en kötüsünde...

Kim var karşında biliyor musun?
'Modern, olgun, entelektüel' Gregor Samsa.

Evet modern, çünkü herkesin kabul ettiklerini reddediyor, pek bi' modernizm kokuyor ve yolu yol değil.
Olgun, çünkü yaşından pek büyük davranıyor, diksiyonu da düzgün, konuşması da etkileyici, bunlar ancak olgun ve cici bir kıza yakışır.
Entelektüel, çünkü çok şey biliyor, kitaplara aşık, hep okuyor, çok okuyor.

Ama bir böcek!

Lütfen sen yapma bunu. Çık ve onlara anlat. Ben herkesten de herkesim, ben sandıkları kişi değilim!

Reddettiklerim doğru olmayanlar ve sanırım at gözlüğünü çıkaran herkes yolumun yol olduğunu görecek.
En çocuğuyum ben aslında. Hiç büyümemiş, büyüyemeyen, düşünemeyen, düşleyebilen. Çünkü düşlemek yalnızca çocuklara özgüdür, biliyorsun. Büyümüş insanlar düş kuramaz, bu boş bir iştir ve yalnızca zaman kaybıdır. Haksız mıyım?
Her çok okuyan entelektüel olsaydı ne olurdu halimiz, düşünsene bi'. Komik.
Sandıkları kadar iddialı değilim, başarılı olduğunu iddia edecek kadar iyi olanlara saygısızlık edemem, buna hakkım yok.

Kötünün iyisi olmak iyi olmak demek değil, bunu anlat onlara!

Bilmiyorum. Öğreniyorum. Yetişemiyorum. Yetmiyor. Yol çok uzun. Yoruluyorum. Soluklanıyorum. Yol gözümde büyüyor. Yürümeye devam etmem gerektiğini biliyorum. Yapamıyorum. Arkamda kalanlar çok istekli, yoldan çekilmeliyim. Bu kadar istekli insanlar varken hakkım yok onlardan önce sona varmaya.

Mersault geliyor aklıma. Herkes bir akvaryumda ve ben onları dışarıdan izliyorum.
Çok garip.
İnsanlar nasıl da hırslı. Bu neyin kavgası?
"Asıl yabancı diğerleriydi, yemin ederim gördüğüm dünya aslına çok benziyordu."
Sen bir balıksın, ben bir böcek. Hakkım yok senin önüne geçmeye.
Balıkları çok severim. Çok sevdiklerime müsaade etmeyeceğim de kim için çekileceğim, öyle değil mi?

Onlar gibi düşünememekle yenik başlıyoruz bir kere.

Kızdın mı sen de bana, hep yanımda olanlar gibi? Bunları düşünmek yakışmıyor mu yoksa bana?
Teşekkür ederim iyiliğimi düşündüğün için. Ama herkes çok iyi, herkes çok iyi olmak istiyor, benden daha çok istiyor. Onlara müsaade vermeliyim ki oyalanmadan mutluluğa ulaşabilsinler. Beklerim ben biraz daha sorun olmaz.
Değiştirmeye çalışma ama lütfen, lütfen

Böyle düşünen tek ben değilim, inanıyorum. Bir yerlerde birisi/birileri de bunları düşünüyor ve inanıyorum, onu/onları bulacağım günün birinde.

Korkma ya, biz Yıldızlı Atlasla büyümüş çocuklarız, düşlemekten korkar mıyız hiç?
Elimde bardağım ve içinde bir kaşık... Kaşık da sıkılmaya başladı bak senin gibi. Bardağım dürtüyor onu, 'Sen sıkılmış olabilirsin ama bunu karşındaki bilmek zorunda değil' diyor, 'Bilmesin, bilmesin ki yol kenarında saklanmanın zorluğuyla baş edemezken bir de seninle uğraşmasın.'; yanımda duran gözlüğüm uykunun sarhoşluğuyla kafa sallıyor, sonra aralarında fısıldaşmaya devam ediyorlar.
Dinlememeye çalışıyorum.
Çünkü herkesin herkesten sakladıkları vardır mutlaka, onlar bir şeyleri saklarken benim saklı olanları öğrenmeye çalışmaya hakkım yok.

Neyse işte.
Nasıl olsa okumayacaksın bu yazdıklarımı.
Okumaya başlasan da getirmeyeceksin sonunu.
Saçmalama, elbette ki sorun etmem, sorun edecek onca şey varken buna zaten sıra gelmez ki.

Günün birini bekliyorum,
Evet gelecek o gün de
İnanıyorum, inanıyorum

15 Kasım 2013 Cuma

Nereden Nereye

Sevildiğini bilmek şımarıklığı...
Ama emin olmak değil, bilmek yalnızca; çünkü böyle bir şey ancak farklı bir boyutta olağan kabul edilebilir. Öyle değil mi?

En güzel gün aynı zamanda nasıl en korkutucu gün olabilir? Kahkahaların yerini en olmaması gereken günde nasıl gözyaşları alabilir?

Bir duygunun adı nasıl konamaz? Hissettiği şeyin adını bilmeden nasıl yaşayabilir ki insan? Yaşamak denirse ona, bilmeyerek de yaşanılmaz mı ki?

Bir daha karşılaşmayacağını bildiği fırsatları nasıl bile bile geri teper insan? Sonrasında pişman olacağını bile bile nasıl gerçeklere gözünü yumar?

Çok şeyin farkında olup da nasıl farkında değilmişlik rolünü oynayabilir peki insan? Herkes başarabilir mi ki oyun oynamayı?
Oyun oynamak demişken; hangimiz aştık ki çocukluğu? Ne zaman geldi bugün?

Görünenden çok görünmeyende gizlidir asıl gerçek ve önemli olan, sergilenmeyeni görmeyi başarabilmek. 

Neyse. İnsandır yapar. 
Olmam der olur, oldum der biter.

Saçmalık.

10 Kasım 2013 Pazar

Senden de Öte

Anlatacağım o kadar çok şey varmış gibi geliyor ki bazen, anlatamam.

Ama anlatmaya bir başlıyorum ve farkına varıyorum ki aslında anlatılabilecek pek de bir şey yokmuş.
'Her şeyi herkese anlatamazsın' değil, 'Bazı şeyleri kimseye, kendine dahi anlatamazsın'.

İnsanlar seni, senin izin verdiğin sınırlar içerisinde tanır.
İnsanlar seni, senin izin verdiğin ölçüde anlar.
...
İnsanlar sana, senin onlara değer verdiğin kadar değer verir ya da vermez, burası tartışılır işte. Neyse.

Hayaller vardır ki, seni hayata bağlar.
Hayaller vardır ki, seni Pollyanna'yla tanıştırır ve etrafı toz pembeyle kaplar.
Hayaller vardır ki, orada dünya yalnızca bir akvaryumdur; büyük balıklar ve büyük balıklardan kaçan küçük balıklar.
...
Ve yine hayaller vardır ki, dile döküldüğü anda tüm büyüsünü yitirecekmiş hissi verir.

Sanırım içimi bir şeyler anlatmak hissiyle dolduran da bunlar ve tam anlatmaya başladığımda beni azarlayan, tehditler savuran da yine bunlar.

Korkutucu bir his bu ya da o kadar da kötü değil sanırım.
Aslında itiraf etmeliyim ki iyi bir şey mi, yoksa kötü bir şey mi bu hissiyat bilmiyorum.


Pardon, dengesizlik için ne demiştiniz siz?
Evet, haklısınız; bence de tam anlamıyla ben.


Soundtrack: Threads (Full Album) - Now, Now
Now, Now çogzel grup değil mi ya?